22 Nisan 2009 Çarşamba

23 NİSAN

Heyoooo! 23 Nisan geldi.Sevinsin küçükler, övünsün büyükler. Çünkü bugün 23 Nisan. 23 Nisan demek , çocuk demek ; çocuk demek,eğlence, oyun demek.

Bu yüzden çocuklara en çok değerin verilmesi gereken gün 23 Nisan’dır. Atamızın biz çocuklara verdiği bu bayram aslında yeni Türkiye Cumhuriyet’inin kurulmasına doğru atılmış bir adımdır. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ‘nin kurulduğu tarihtir. Bu yüzden 23 Nisan çocuklara en çok değerin verilmesi gerektiğinin yanında en saygı duyulması gereken bir gündür.

İlker Yiğit Gül

20 Nisan 2009 Pazartesi

sanal ortamda 23 nisan günleri

Her yıl Türkiye'de ve KKTC'de kutlanan 23 Nisan Çocuk Bayramı, bu yıl sanal ortamda da farklı bir etkinlikle kutlanıyor.

Geleneksel olarak 23 Nisan'da bir süreliğine çocuklara terk edilen yönetim görevlerine benzer şekilde, blog yazarları da bir gün için yazı yazma yetkisini seçtikleri bir çocuğa devredecek.

Bu etkinliğe ben de katılıyorum ve 23 Nisan 2009 tarihli yazıyı günün anlam ve önemine uygun olarak çocuk yaşta bir yazara devrediyorum.

6 Nisan 2009 Pazartesi

böbürlenme padişahım...

Tam olarak şu şekillerde kullanılan bir deyiş: "Büyüklenme padişahım, senden büyük Allah var", "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var", "Böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var". Denilir ki, sanıldığının aksine halk değil, saray çevresinden seçilen bir kişi, özel bir toplanma anında padişahın yüzüne bunu söylermiş eski devirde; bir tür gelenekleşmiş bir anımsatma. Kişinin elinde olan gücün ve erkin ve hatta şanın şöhretin sihrine kendi kaptırıp kendini büyük görmesini ve herkesten üstün kabul etmesinin önüne geçmek için bir anımsatma sözü. Her ne kadar şimdilerde Vatikan tarafından güncelleştirilip yenileri de eklense, bir zamanların 7 ölümcül günah listesinin en başındaki günahlardan biridir kibir.

4 Nisan 2009 Cumartesi

hâlâ türkçeleştiremediklerimizden misiniz?

Eskiden, daha ateşli bir dil savunucusuydum ben. Bakmayın şimdi sakinledim, duruldum. Elbette bu savladığım şeylerin düzelmesi yüzünden olmadı. Hep aynı konuda duyarlı olduğum için bir süre sonra tekrara girmeye başladığımı gördüm. Yani benimkisi kendi kendini frenleme. Artık eskisi gibi "şunu yanlış bunu eksik yazdın" diye insanların yazım hatalarını düzeltmeye çalışmıyorum. Hoş, düzeltmelerime tepki genellikle "o kadar yazı yazdık, bula bula yazım hatası mı buluyorsun?" şeklinde oluyordu. Ama dilinde kusur olan, ifadesi bozuk olan bir yazının anlattığının bana ulaşmasına olanak da olmuyor ne yazık ki.

Son dönemde, belki yaşım ilerledi ben daha da duyarlı oldum, belki gerçekten çığ gibi büyüdü bu sorun. Her mecrada Türkçe'nin katledildiğini, yanlış kullanıldığını kolaylıkla görebiliyorsunuz. Fakültedeyken, Metis Çeviri dergisine, Yusuf Eradam'ın yönlendirmesiyle küçük bir araştırma yapmıştım. Derginin 13. sayısında "Sokaklardaki Çeviri" adıyla yayımlanmıştı bu yazı. O dönemde, bu herkese seçmeli ödev olarak verilmişti. Yusuf Bey bunların arasından seçim yapacak ve en iyiyi dergide yayımlatacaktı. Bir tek ben araştırma yapıp ödevi de kapısının altından atmıştım. Bir baktım yazım dergide. Bu durumu, İngiliz Filolojisi'nde derslerin ağırlığına mı yoksa bölümü seçen öğrencilerin ilgisizliğine mi yorarsınız bilemem. Ama benim için zorlanmadan birinci geldiğim bir yarış olmuştu.

Hemen bildiğim ve yaşadığım için "batı'da böyle değil" örneğini vereyim. Gerçekten de orada garip. Üretim aşamasının önemli bir kısmını doğru şekilde işin literatürünü oluşturmak ve müşteriye/tüketiciye sunmak oluşturuyor. Teknik yazarlar bir yazılımın kullanıcı yardım dosyalarını oluştururken, asıl işi düzeltme olanlar da onların yazdıklarını dile uyumlu hale getiriyorlar. Bu bir süpürge üreticisi için de geçerli, yiyecek ya da silah fabrikasının imalat sürecinde de. Çünkü siz tüketicinizle iletişim için dili kullanmak zorundasınız. Bunu evrensel simgelerle de anlatsanız, 12 ayrı dile de çevirseniz sonuçta dil sizin temel iletişim ortamınız.

Peki bu ortamı neden bu kadar kötü şekilde kullanıyoruz. Bir programlama dilinde, yanlış sözdizimi kullansanız ne olur? Yahut bir robot kesme kolun yapacağı işi kurgularken komut satırında bir yazım hatası yaparsanız ürün doğru şekilde kesilir mi? Bahsettiğim sayıyı yanlış yazma değil, komut adını yanlış girme. Böyle bir durumda bu komutu derleyen sistem, "bunu böyle demiş ama bunu demek istemiş; önemi yok" diye geçiştirir mi? Benim bildiğim, henüz bunu yapabilen yapay zeka ortamları mevcut değil.

Ancak biz bitişik soru ekleri, yazım yanlışları dolu yazıları, kötü çeviri yüzünden anlamsızlaşan metinleri kabul edip devam ediyoruz. Bu bize doğal geliyor. Örneğin, Almanya'da AR-GE çalışması yapılıp Çin'de üretilen bir deliciyi Türkiye'ye getiriyoruz. Sonra bunu ilk defa kullanacak tüketiciye yanlış ve anlamsız ifadeler dolu bir kullanım kılavuzu sunuyoruz. Malı alan ikinci bir dil biliyorsa ya da bilen bir arkadaşı varsa, onun yardımıyla kılavuzun diğer dillerdeki sürümlerini okuyarak aletin nasıl çalışacağını anlıyor. Yoksa bir bilen kişiden yardım isteniyor ve alet çalıştırılıyor. Bu aleti Türkiye'ye ithal eden kişi de kusurlu hizmet sunduğu için zerrece ahlaki bir sorun yaşamıyor.

Aynı şekilde, gazeteler hızla baskıya yetiştireceğiz diye anlam ve yazım yanlışları barındıran haberleri sunabiliyor kolayca. Bu gazetelerin web sürümlerinin hali daha da perişan. Bu projelerde az çalışana çok iş yaptırılıyor. Seçim sırasında da düşük ücrete çalışabilen kişiler tercih edildiğinden, özel durumlar dışında ayrı bir düzeltmen devreye alınmıyor. Benzer şekilde, üretim ve piyasa sunumun daha hızlı olduğu web ürünlerinde teknik ekibe destek veren bir dil ekibinin olmaması yüzünden kullanıcı yardım belgeleri ve hatta ürünün içindeki yazılar bile tutarsız, yazım hatası dolu ve baştan savma oluyor.

Bu konu bir yazılık bir konu değil elbette. Bu yazıda yalnızca konu üzerindeki düşüncelerimin bir özetini yazabiliyorum. Şikayet ettiğim konunun bir sürü etkenlerinin olduğunu da biliyorum. Amacım, bu durumun düzelmesi yönünde bu yazıyla bir gönderme oluşturmak.

3 Nisan 2009 Cuma

kama sutra ile ilgili yazmak

Yanlış anlaşılan, önyargılı olarak tanıtımı yapılan bir yapıttır aslında "Kama Sutra". Viktorya dönemi İngilteresinde, orta sınıfın değer yargılarına göre değil okumak, evde bulundurulması bile suç olan yasak yapıttır.

Ne bir cinsellik kılavuzu ne de genel kanının aksine kutsal ya da dini bir çalışmadır bu kitap. Kitabı yazan Vatsyayana, eski Hindu hayatının üç temel amacını tartışmaya açmaktadır. Bunlar arasından kama'yı (duyulardan zevk alma) bir bağlama oturtmaktır. Bu şekilde, erdemli yaşamak anlamına gelen dharma en önemli amaçtır. Servet biriktirmek ile eşanlamlı olan artha ise ikinci amaçtır. Bu üç amaçtan en önemsiz olanı kama'dır.

uçan kuşa sormak isterim seni

Hep Haydarpaşa mendireğinin üzerinde, kanatlarını esen rüzgâra karşı açmış telekleri arasındaki suyu kurutuyor diye düşündüğüm karabatakları sürü halinde uçarken izledim. Denizin yüzeyine çok yakın, 8-10'lu gruplar halinde, martılarla yarışarak zıpkın gibi uçuyorlardı. Sanki poyrazın getirdiği esintiyi yakalamış çocuklar gibi yerlerinde duramıyorlar, boğazda inanılmaz bir hızla uçuyorlardı.

Birkaç tembel karabatak, dinamik arkadaşlarının tersine suyun içinde yüzüyor, arada sırada kısa mesafeli dalışlar yaparak sığda dolaşan balıkları avlamaya çalışıyorlardı.

Üç martı, tek hizada karabatakların üzerinden uçarak dikkatimi üzerlerine çektiler. baktım, ortadakine hamle ediyordu iki yandaki martı. Ağzında sarı renkli bir şerit vardı. Bu uzaklıktan ne olduğunu ancak tahmin edebiliyordum. Gelen darbelere dayanamadı ortadaki martı. Ağzını açtı ve yükseldi. Ağzındaki sarı şerit de doğru suya düştü. Batmadı, suyun üzerinde yüzmeye başladı. İki martıdan biri, suya inmeden havada asılı durduğu sırada gagasıyla şeridi aldı ve hızla yükseldi. Diğeri ve az önce şeridi ağzından düşüren de şeridin yeni tutucusunun peşinde. Yunusları görmüştüm bir defasında; sudaki bir yosun sapıyla oynuyorlardı. Av sırasında balıkları daha kolay yakalamak için gereken takım koordinasyonunu geliştirmek için bir oyunmuş. Tıpkı o yunuslar gibi, martılar da grup içindeki uyumu geliştirmek için oyun oynuyordu.

2 Nisan 2009 Perşembe

dünya bu kadar mı küçük olur?

Bugün, 22 yıl önce bana İngilizce'yi adam gibi öğrenmemin önemini öğrenmemi sağlayan üniversitedi ingilizce dilbilgisi öğretmenimle karşılaştım; vapurda.

Karaköy'den aylardır Kadıköy'e vapurla geçmiyordum. bugün bir toplantıdan çıktıktan sonra yürüyerek Karaköy'e gitmiştim. Kadıköy'e gidip Selami Çeşme'deki bir yerden ilaç almam gerekiyordu. Hastanelerin reçeteyle satmadığı bir test kiti aslında. İşin ilginci, gideceğim adresin yazılı olduğu kağıdı da çalışma masamın üzerinde bırakmıştım. Google'ın haritasında sokağın köşesine dek tüm ayrıntıları öğrendikten sonra öylece bırakıp aceleyle çıkmıştım evden. Saat 2'deki toplantıma yetişecektin çünkü. Taksime vardığımda, Asmalımescid'e dek yürüdüm İstiklâl caddesi boyunca.

"Nasılsınız İsmet Bey," diyerek gülerek elimi uzattım ona. Sanki, bugün o satte, vapurun arkasındaki bölümde buluşmak üzere sözleşmişcesine bir rahat beklentiyle uzattım elimi. "Aradan geçmiş 22 yıl, acaba beni anımsar mı?" diye bile düşünmedim. Kendimi bile tanıtmadım. Sanki sabah vapurda Karaköy'e gitmiştik ve yine bu saatte dönüyorduk Kadıköy'e. Oysa yıllardır Ankara'da yaşıyordu kendisi. Buraya bir ziyaret belki şöyle bir gezmek için gelmişti.

"Bıyıklar da çok hoş olmuş böyle", dedi gülümseyerek. "Eee, ne var ne çok bakalım?" diye de ekledi. Yıllar önce, kendisini Hitler'le aynı karede, yan yana fotomontajlayan öğrenciyi anımsamayacaktı da kimi anımsayacaktı. "İyiyim, hayat devam ediyor," diyerek yanıt verdim sorusuna. Öne doğru ilerlerken birden durdu ve hafif geriye dönerek, "bir yerde hocalık falan yapıyor musun sen?" dedi o her zamanki samimiyetiyle. "Yok, ben o alandan tamamen farklı bir yola yöneldim" dedim. "Belgeselcilik işiyle uğraşıyorum," diye ekledim. Gülerek "senin zaten o zamanlar da merakın vardı" diye karşılık verdi. Hitler'le aynı karede olduğu fotoğrafaydı göndermesi. Yıllar önce söylediği gibi, "affetmiş ama unutmamıştı".